Çocukluğumuzdan beri azıcık yayılacak olsak büyüklerimiz tarafından uyarıldık…
‘Doğru otur!’
Dedem çocuklarına ‘Eyersiz at üzerindeki Tatar gibi durma’ dermiş.
Oturunca 90 derecelik bir açıyla oturacaksın.
Sağa sola yayılmayacaksın, eğilmeyeceksin.
Oklava yutmuş gibi duracaksın.
Omuzların düşmeyecek, kamburun çıkmayacak…
Ayaktayken de tek ayağına ağırlık vermeyeceksin,
Bir yere dayanmayacaksın.
Bir oturma düzeni içinde nerede bulunman gerektiğini bileceksin.
Başkası geldiğinde terk etmek durumunda kalacağın yere oturmayacaksın.
Büyüklerin karşısında veya hizmetindeysen ellerini birleştireceksin.
Bulunduğun odaya giren kim olursa olsun, kaç yaşında olursa olsun
kadın erkek, arkadaş ya da yabancı…
ayağa kalkacaksın,
sana uzatılan eli zinhar oturduğun yerden tutmayacaksın.
. . .
Buna ‘Adige Ştın’ derlerdi.
Anlamı ‘Çerkes Duruşu’
. ..
‘Dik dur, doğru otur!’ ikazıyla büyüyen çocuk,
dimdik duran, eğilemeyen, bükülemeyen bir karakter oluşturur.
O diklik başına bela olur.
Siyaset yapamaz, kıvıramaz, ticaret yapamaz…
Kimsenin adamı olamaz, üye olamaz, mensup olamaz…
Sadık olur o başka… Hem ram olur… hem feda olur…
Ama dalkavuk olamaz.
Yaşadığı sürece doğruluğu başına bela olur.
Çoğu zaman kibirle karışır. İtici bir insan tipi çıkar ortaya.
Çok da işlevsel değildir aslında.
. . .
Bugün bir bürokrat resmi gördüm makam koltuğuna oturmuş.
‘Eyersiz at üstündeki Tatar gibi’ benzetmesinin ifadesiydi.
Devlet başka, serazat olmak başka…
Devlet başka, samimiyet başka…
Babamın pijaması ondan daha fazla temsil eder devlet ciddiyetini.
. . .
Aklı da kendisi de eskide kalmış adamlarız galiba.