Ekonomik durgunluğun çözümü hatta bir sonraki aşama olan ekonomik krizden çıkışın formülleri geçtiğimiz yüzyıl içinde birçok defa ortaya kondu. 1929 Büyük Buhran’dan çıkış yolu olarak Keynesyen Model, 1970’lerden sonra da Arz Yönlü İktisat çözümleri denendi. Bu iki ana unsur da kendi dinamikleri içinde olumlu – olumsuz unsurları barındırdı.
Keynesyen Model’de talebi arttırmak için devlet müdahalesinin de öngörüldüğü karma bir ekonomi gündeme geldi. Deflasyonist açık ile mücadele etmek için kamu harcamaları arttırıldı, vergi oranları düşürüldü. Daha fazla tüketimi teşvik etmek için gerek para politikası, gerekse maliye politikası uygulamalarına yer verildi. Arz yönlü iktisat ise piyasanın serbest bırakıldığı, devletin ekonomide daha çok izleyici koltuğunda oturduğu bir yöntem olarak sunuldu.
Günümüzde de durgunluk hissi veren ekonomik dalgalanmaların yaşandığını görüyoruz. Aslında bugün uygulanan yöntem Keynesyen Modelin bir benzeri diyebiliriz. Merkez Bankalarının para politikası silahı olan ‘faiz’; toplam talebi arttırmak için çok sık kullanılmaya başlandı. Bunun yanında devletlerin ekonomide daha etkin maliye politikaları ile yer aldığını gözlemliyoruz. Düşük vergi, düşük faiz, ücretlerin arttırılması seferberliği, kredi musluklarının açılması vb. unsurlar daralan ekonomilerde çıkış yönteminin yeniden Keynesyen Modele benzer bir yöntemde arandığını gösteriyor.
Varlık fonu kurulması, kredi kartları taksit sınırının genişletilmesi, asgari ücret artışı, faizlerin indirilmesine yönelik hamleler, yatırım teşvikleri, büyük montanlı projelerin devlet eli ile finanse edilmesi bir nevi Keynesyen Modelin yansımalarıdır.
Japonya’da bir türlü arttırılamayan tüketim için ‘helikopter para’ kavramı ile para arzının genişletilmesi fikirleri de bu yöntemin başka bir versiyonu olarak karşımıza çıkıyor. Hatta negatif faiz uygulamalarının görülmesi bile merkez bankalarının piyasa yapıcılığına her zamankinden daha fazla soyunduğunun göstergesidir.
Eğer ekonomi bir ‘balon’ haline gelmediyse bu yöntemler işe yarayabilir. Fakat son 20 yılda oluşan baş döndürücü sanal ekonomik büyümeler ‘balon’ riskini de beraberinde getirmektedir. Avrupa’daki bazı banka bilançolarında görülen riskler 2008 krizi öncesinden daha tedirgin edici bir tablo sunuyor. Her kriz senaryosundan sonra Keynesyen Model’de çare arayan ekonomilerin artık yeni bir çözüm modeline dönmeleri şart oldu. Çünkü her kriz sonrası daha büyük bir sanal ekonomik dünya oluşuyor. Her yeni balon bir öncekinin üzerine inşa oluyor. Dolayısıyla bu çözümlerin yeterli olmayacağı zamanların yaklaştığı aşikardır. ‘Yeni ekonomi modeli’ üretim ve bölüşüm şekillerinin gözden geçirildiği, tüketimin o baş döndüren yapısının durdurulduğu bir zemine oturtulmalıdır. Krizden çıkış formüllerinin yanında krizin oluşumunu önleyici tedbirlerin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Başka gezegenlere roket gönderip değerli madenleri buraya transfer etmenin planlandığı, yeni ekonomik fikirlerin bu derece uç noktalara geldiği bir döneme giriyoruz. Bu defa karşılaşılan ya da karşılaşılması muhtemel krizlerin diğerlerinden daha fazla domino etkisi yaratacağı süreç yaşanıyor. Çünkü her ülke ekonomisi birbirine entegre hale gelmiş durumda. Birinin tahvilleri diğerinde, birinin uyguladığı vergi cezalarına karşı, diğerinin de elinde ceza silahı var.
Sonuç olarak, Keynesyen Model bir süre daha gündemimizde olacak gibi görünüyor. Bu noktadan sonra talebi canlandırmaktan öte talebi dönüştürmek için yeni politikalar oluşturmak gerekebilir. Daralan ekonomiyi yeniden şahlandırmak elbette ki mümkün. Ancak o şahlanıştan sonra hala ayakta duruyor olmak belki de daha önemli.